Sanal gerçeklik gözlüklerini taktığımızda beynimizde ne oluyor?
Örneğin sanal gerçeklik gözlükleri ile ellerimize bakarken, gördüğümüz sanal ellere sıcak su dökülüyorsa beynimiz sanki gerçekten sıcak su dökülmüş gibi tepki veriyor.
İllüzyon ile sanal gerçeklik arasındaki benzerlikten hareketle ortaya çıkan bir tartışma var. Sanal gerçeklik ile uyuşturucuların etkileri karşılaştırılıyor.
En temel kanıt, her iki durumda da aslında olmayan bir şeyin varmış gibi algılanması. Beyin enteresan bir şekilde sanal gerçeklikte de, uyuşturucu etkisinde de benzer tepkileri veriyor.
Ancak bilimsel olarak en temel fark, sanal gerçeklikte algının değişebiliyor olması ama bilinç kaybının yaşanmaması. Uyuşturucu etkisinde bilinç de kayboluyor. Sanal gerçeklik, beyninizde kimyasal tepkimelerden kaynaklamadan bu algıyı oluşturabiliyor.
Bu tartışmaların temelinde yatan konu, sanal gerçeklik gözlükleri ile tasarlanacak ortamın ne kadar gerçek olacağı aslında.
Örneğin sanal gerçeklik gözlüğünü kullanarak bir diz üstü bilgisayar üzerinden tasarım yapabilecek misiniz?
Olmayan bir bilgisayarda, olmayan bir yazılımla bir şey tasarlayabilecek misiniz?
Ya da sanal gerçeklik gözlüğü ile televizyon seyredebilecek misiniz? Peki ya aynı anda 3 kişi olmayan televizyonu aynı odada seyredebilecek mi?
Herkes olmayan bir televizyonu seyretmeye başladığında bu ne kadar sanal olacak diye soran bilim insanlarının araştırmaları, illüzyona kadar getiriyor konuyu.
Bu durumda insanların televizyon, diz üstü bilgisayar ya da farklı bir aygıta olan ihtiyaçları devam edecek mi?
Peki, sanal gerçeklik yardımıyla kontrol ettiğiniz ellerinizle bir şeyi yaparken, gerçekte ellerinizle başka bir şey yapabilir misiniz? Ya sanal gerçeklikte birden fazla çift el kullanmaya başlarsanız ne olur?
İşte bu noktalar da Avatar konusu devreye giriyor.
Sanal gerçeklik ile sınırlarını aradığımız tek şey teknoloji değil. İnsanın da bilinç sınırlarını bulmaya çalışıyoruz.
Bu sınırları belirlemekte başarılı olmamız kolay değil. Çünkü sanal ile gerçek arasındaki sınır yüz yılı aşkın bir süredir belirsizleşmeye devam ediyor. İnsan-doğa-makine arasındaki ilişki hem güçleniyor, hem nerede başlayıp nerede bittiği konusu teknik açıdan anlamsızlaşıyor.
İnsan tarafından ele aldığımızda sorunun ses/görüntü temelli iletişim araçlarından önce sanal gerçekliğe ve sonrasında da holografik teknolojilere evrileceği ortada.
Teknolojinin Darwinizm serüveni bu yolda ilerleyecek gibi görünüyor. İnsanın uyumu konusuysa üzerinde çalışılan bir alan olarak önem taşıyor.
Comments